Belçika

Belçika

Avrupa’nın kuzeybatısında, küçük bir devlettir. Kuzeyde Hollanda ve Kuzey denizi, doğuda Batı Almanya ve Lüksemburg, güneyde ve batıda Fransa ile çevrilidir.

Belçika, toprak bakımından Avrupa’nın küçük ülkelerinden biridir. Ama nüfus yoğunluğu bakımından dünyada önemli sıradadır. Ülkenin yüzölçümü 30 528 km2, nüfusu 10 800 000, başkenti 1 400 000 nüfuslu Brüksel’dir. Okumaya devam et Belçika

BİTKİLER HAKKINDA BİLGİ

BİTKİLER HAKKINDA BİLGİ

Bitki bittiği toprağa kökleriyle tutunarak gelişip döl veren ve hayatını tamamladıktan sonra kuruyarak varlığı sona eren canlıların genel adıdır: Yosun, çiçek, ot ve ağaç gibi…

Dünyada bulunan bütün varlıklar canlı ve cansız diye ikiye ayrılır. Canlılar da iki büyük bölüme ayrılır: Hayvanlar ve bitkiler. Biz insanlar, gerçekte hayvanların bir parçasıyız.

Çevremizdeki bahçelerde, kırlar da ve dere kıyılarında çeşit çeşit çiçekler, otlar ve ağaçlar görürüz. Bunların bazıları seçilemeyecek kadar küçücük, bazıları ise 20-30 myüksekliktedir. Çeşitleri yüz binle ri aşan bu büyüklü küçüklü bitkileri teker teker incelemek çok güçtür. Bu güçlük göz önüne alınarak, bitkilerin ortak özellik gösterenleri kümelendirilmiş, bütün bitkiler sınıflara ayrılmıştır. Böylelikle bir kümeden bir bitkiyi inceleyerek, ortak özellik gösteren öbür bitkiler üzerinde de bilgi edinilmesi kolaylaşmıştır.

BİTKİLERİN YAPISI

Bütün bitkilerin yapısı birbiri ne benzer. Dünyadaki bütün canlılar böyledir. Kokladığımız bir karanfil ile, okşadığımız bir kedinin yaratılış bakımından birbirlerine benzediklerini hiç düşündünüz mü? İlk bakışta, bitkileri hayvanlardan ayırmak kolay görünür. Gerçekte ilkel bitkilerle, ilkel hayvanların yapılarında fark yoktur. Bitkiler de hayvanlar gibi solur, büyür ve yediğini sindirir. Aralarındaki ayrılık, hücre yapısında dır. Bitkilerde hücre çevresi sağlam bir zarla çevrilidir. Hayvanların (insanlar da bu sınıftandır) hücrelerinde ise zar yoktur. Sonra bitkiler besinlerini güneşin yardımıyla kendi kendilerine yaptıkları halde, hayvanların hepsi hazır yiyecek, yani öteki hayvanlarla bitkileri yerler. Bir de hayvanlar ve in sanlar bir yerden bir yere gittikleri halde, bitkiler hareket edemezler.

Bitki yapısının parçaları şunlardır:

Hücre: Öteki canlılarda olduğu gibi, bitkiler de ancak mikroskopla görülebilecek hücre denilen küçük birimlerden yapılmıştır. Hücrelerin çevresi zarla çevrilidir. Hücre zarının çevrelediği hücrenin içi iki kısımdır: 1) Hücre plazması (sitoplazma). Sitoplazma içinde canlı ve cansız elemanlar vardır. 2) Çekirdek.

Dokular: Hücreler sürekli olarak bölünür ve çoğalarak hücre topluluklarını (dokuları) meydana getirirler. Dokular, bitkilerin enine boyuna büyümelerini, aldıkları be sini sindirmelerini ve yıpranınca onarımı sağlarlar.

ORGANLAR: İnsanların gövdeleri, bacakları, başları ve kolları gibi bitkilerin de ayrı ayrı organları vardır. Bir bitkinin organları şu bölümlere ayrılır:

Kök : Bitkiyi toprağa bağlayan organdır. İnsanların ayaklarına benzer ama, görevi başkadır. Topraktan besin (su ve besin tuzları) alarak bitkinin gelişip, yaşamasını sağlar. Kökte şu kısımlar vardır: Uç, yüksük denilen koruyucu kısım, uzamaya yarayan kısım, topraktan suyu çeken emici tüyler ve yayılmaya yarayan kökçükler.

Gövde: Kök ile diğer organlar arasındaki bağlantıyı sağlar. Türlü türlü bitki gövdeleri vardır. Bunların her birine ayrı bir ad verilir. Kocaman bir ağacın kökten sonra gelen kısmı gövde olduğu gibi, küçük bir çiçeğin sapı da gövdedir. Sarmaşıklarla şerbetçiotlarındaki sarılan gövdeler, çileğin sürünüp uzayan gövdesi, zambakların yanlış olarak kök sanılan toprak içindeki gövdesi, hep başka başka türleri gösterir. Bununla birlikte genellikle gövdeler yukarıya doğru uzarlar. Üzerlerinde tomurcuk, yaprak, çiçek ve meyveler bulunur. Gövdenin içinden de öz denilen besin geçerek bitkiyi besler ve yaşatır. Gövdeler yapıları bakımından otsu ve odunsu, olurlar.

Yapraklar: Genel olarak yeşil renktedir, bitkinin gövde ve dalları üzerinde bulunurlar. Genellikle yassıdırlar. Değişik cinsleri vardır. Bir yaprakta şu bölümler vardır: Yaprağın dala tutunduğu yerde kulakçık (kın), yaprağı dala bağlayan sap ve aya adı verilen asıl yaprak, eksen denilen orta damar, damarlar ve yaprağın dişler adıyla tanılan tırtıllı kısımları. Bitkilerde yaprakların önemi çoktur. Bunlar, bitkinin güneşten ve havadan yararlanmasını (özümleme) ve solunumu sağlarlar.

Çiçekler: Bitkilerin, meyve ve tohum meydana getirerek üremelerini sağlayan en önemli bölümleridir. Çiçeklerin biçim ve renkleri bitkiden bitkiye çok değişir. Bahçelerimizde en çok sevdiğimiz şey çiçeklerdir. Çiçekleri koku ve güzellikleri için sever ve yetiştiririz.

Meyveler: Seve seve yediğimiz meyveler gerçekte bitkinin olgunlaşan tohum kutusudur. Çiçeklerde döllenmeden sonra meydana çıkan tohumların çevresini etli bir kısım kaplar. Bu etli kısım, ortada kalan tohumu korur. Meselâ,   elma   tomurcuğundaki   tohum kutusu elmanın kendisi olur. İçindeki çekirdekler de tohumlardır. Sebze dediğimiz yiyecekler de bazen bitkinin tohumla birlikte tüm meyvesidir. Nohudun yalnız tohumu, hıyar (salatalık) ile kabağın ise tohumu (çekirdekli kısmı) ve etli kısmı yenir.

BİTKİLERİN YAŞAYIŞI

Bütün canlılar gibi bitkilerde de üreme, büyüme, solunum ve beslenme (özümleme) işlemleri vardır. Şimdi bunları tek tek gözden geçirelim:

Üreme : Çiçekli bitkiler meyve ve tohum yaparak ürerler. Çiçeksiz bitkilerde, ise spor denilen üreme organı bunu sağlar.

İnsanlar ve hayvanlar gibi bitkilerin de çoğalması döllenme ile olur. Döllenme önce çiçek tozlarının herhangi bir aracı ile tepecik üzerine taşımalarıyla olur. Yani erkek organla dişi organın birleşmesi gereklidir. Bunu anlamak için tavuk yumurtasını ele alalım: Horoz tohumlarıyla aşılanmamış yumurtalardan civciv çıkmaz. Çünkü yumurta denilen dişilik hücresi döllenmemiştir. Döllenmemiş yumurtalar ise gelişerek yavru yapmazlar. Bitkiler için de durum böyledir. Çiçektozu ile tozlaşma olmadan, hiçbir bitkide meyve ve tohum olmaz.

Erkeklik organlarındaki çiçek tozunun dişilik organının ucu olan tepeciğe konması ile tozlaşma olur. Tozlaşmaya rüzgâr, su, canlılar (böcekler, kuşlar ve insanlar) yardım eder. Arıların çiçekten çiçeğe konduklarını görmüşsünüzdür. Onlar, çiçeklerin özsuyunda olan balı almak için çiçekten çiçeğe koşarlar. Böylece bilmeden çiçek tozlarını taşıyıp tozlaşmayı, dolayısıyla erkek ve dişi organları birleştirerek üremeyi sağlarlar.

Tozlaşma yoluyla tepecik üzerine gelen çiçektozu, yavaş yavaş yumurtayı yapan dişi hücre ve embriyon (oğulcuk denen ve yeni bitkiyi geliştiren kısım) ile kaynaşır. Bu olaya döllenme denir. Döllenmeden sonra yumurtacık yeni bir şekil alır. Bu değişen yumurtacık tohumdur.

Tohum olmasaydı bitkiler üreyemezlerdi. Çünkü, tohum yeni bitkiyi yetiştiren kısımdır. Tohumlar değişik biçim ve renkte olurlar. Bazıları çok büyük, bazıları ise gözle görülemeyecek kadar küçüktür. Çiçekli bitkilerin besin depoları tohumdur. Yavruları (yeni yetişenleri) tohum besler. Nemli, havası bol, uygun bir sıcaklıkta kalan tohumlar çabucak uyanır ve yeni bitkiyi sürerler. Bu olaya çimlenme denir. Tohumlar en iyi toprakta çimlenir. Ekilen tohumlar toprakta buldukları suyu emip şişerler. Sonunda tohumun kabuğu çatlar. Aldığı besinlerin yardımıyla önce kökçük tohumdan çıkar, toprağa girer. Kökten yan kökler türer. Bitki gittikçe gelişir. Tomurcuk ve gövde tohumdan çıkar, toprağı deler, yukarıya doğru yükselir. Böylece bitki ortaya çıkar.

Solunum : Bitkiler de öteki canlı varlıklar (insan ve hayvan) gibi soluk alarak yaşarlar. İnsanlarda bu görevi yapan başlıca organ akciğerler ise, bitkilerde soluk alıp vermeyi yapraklar yapar. Bununla birlikte, bitkiler bütün dokularıyla gece gündüz solunum yaparlar. Bir bitki yaprağına bakılınca şemsiye telleri gibi, yüzlerce küçük damarcık görülür. Bunlar, doğrudan doğruya gövdeden ayrılan küçük küçük damar demetleri olup yaprağı güçlendirir ve tıpkı insanlarla hayvanlarda olduğu gibi yaprağın  solunum yapmasına yarar.

Bitkilerin yapraklarında gözenek denilen deliklerin yardımıyla havadan oksijen alırlar. Bitkiler kendi yaptıkları besin maddelerinde birikmiş olan potansiyel enerjiden yararlanarak yaşarlar. Bu enerjinin serbest hale geçebilmesi için, bitkilerin besinlerinin yakılması ve daha az enerjili basit bileşiklere çevrilmesi gerekir. Bu değişme de oksijen yardımıyla yapılır; solunum adını alır. Yanma sonunda açığa çıkan C02 (karbondioksit) bitkiden dışarı atılır. Solunum sonunda bitkiler inorganik maddeleri vücut yapılarına uygun organik bileşikler haline getirirler. Bitkilerin dışarıdan aldıkları maddeleri kendilerine yararlı maddeler haline dönüştürmek için G02 kullanarak yaptıkları işleme özümleme denir. Bunun için havadan aldıkları C02 ile köklerinden gelen sudan ve besin maddelerinden güneş ışığının yardımıyla karbonhidrat yapısında karbonlu organik maddeler yaparlar. Bu olaya fotosentez adı verilir.

 

ÖZÜMLEME

Beslenme ve Büyüme: Bitkiler de büyümek ve yaşamak için insanlar ve hayvanlar gibi yemek yerler. Bitkilerin  besini   su,  maden  tuzları,  hava ve güneştir.

Su, bitkinin en önemli besinlerinden biridir. Bitkiler, suyu, köklerinin aracılığıyla topraktan alırlar. Bitki besinini şöyle alır: Bitkinin kökleri, ince kıllara benzeyen emici (kılcal) tüylerle örtülüdür. Bunlar  gerçekte torbalardır. Emici kökler, topraktan suyu emerler. Suyun her damlasında erimiş halde kireç, soda ve demir gibi maden tuzları vardır. Böylece emilen su, gövdede boru görevini gören odun kanalların aracılığıyla yükselir. Bitkinin beslenmesini sağlayan iki türlü kök vardır: 1) Ağaç, çalı ve otlardaki gibi büyürken yalnız bitkiyi besleyen kökler. 2) Besini depo ederek bitkiyi besleyen kökler.

Bitkilerin topraktan aldığı 3 cins besin vardır: 1° Nitratlar, 2° Fosfatlar, 3° Potaslı maddeler.

Nitratlarda oksijenle karışık azot bulunduğu gibi, fosfatlarda da oksijenle karışık fosfat elemanı vardır.

Gübre — Kireç fosfatından yapılan ve süper fosfat denilen gübre bitkilere çok yararlı olduğundan çiftçilerin işine yarar. Kireç fosfatının büyük bir kısmı yine topraktan çıkar. Fosforlu maddeler olmazsa hiçbir bitki büyümez. İnsanlar da beyin, kemik ve sinirlerinin gelişip güçlenmesi için fosforlu maddeler almak zorundadırlar. Potaslı maddeler almayan bitkiler de büyüyemez. Potas da toprakta ve yeraltındaki bazı kayalarda bulunur. Bitkilerin büyümesi çeşitli dış etkenler altındadır.

1) Isı — Bitkinin büyüyüp özümleme (dışarıdan aldığı maddeleri kendine mal etmesi) yapabilmesi için ısıya ihtiyacı vardır. Bu ısı bitki türüne ve yere göre değişir.

2)  Işık — Bitkilerin, özellikle toprak üstündeki kısımlarının büyüyüp çiçek açabilmesi ve yeşil renkleri için ışık gereklidir.

3)  Engeller — Köklerin büyüyüp yayılması için taşlara, sert cisimlere rastlamaması, toprak üstü kısımlarının da büyümeye engel olmayacak bir yer bulması gerekir.

4)  Besin — Büyüme için toprakta su  ve  madensel  besinler  bulunmalıdır.

5)  Yabancı organizmalar — Bitkinin içine giren ya da ona asalak olan organizmalar büyümeye engel olur.

Ayrıca yerçekiminin, hava durumunun da bitkilerin büyümeleri ile ilgisi vardır.

BİTKİLERİN ÖZELLİKLERİ

Ayrılıklar : Bitkilerin başlıca özelliklerinden biri de yaprakların yeşil rengidir. Bitki denilince, akla önce yeşillik gelir. Yeşil renk bitkilerin hücrelerinde bulunan ve klorofil denilen bir maddeden ileri gelir. Bu maddenin kendisi yeşil değildir. Ancak, güneş ışığında kalınca yeşil olur. Klorofilin olması için, köklerden gelen suda demir bulunması gereklidir.

Kısacası demir, magnezyum, nitratlar, su, güneşin de etkisi ile yaprakları, otlan ve bitkinin bazı yerlerini yeşile boyar. Güneş ve suyun eksikliği yeşili azaltır, yaprakları sarartır. Hayvan ve insan hücrelerinde ise klorofil yoktur.

Bitkilerin kokusu: Bitkilerin kokusu daha çok çiçeklerindedir. Bazı çiçeklerin dal ve yaprakları da kokuludur. Bu kokuyu yapan çiçeklerin balıdır. Çiçekler, biçimleri ve renkleri kadar ve belki daha çok kokulu oldukları için sevilir. En hoş kokuların, en göz alıcı bitkilerde bulunacağını düşünmek yanlıştır. Ihlamur ağacının kokusu çok hoşumuza gider. Ama, bu kokuyu veren ıhlamur çiçeklerinin görünüşte güzellikleri yoktur. Çiçek kokusunun yalnız bizim hoşumuza gittiği için var olduğunu düşünebiliriz. Gerçekte bu koku, çiçek tozunu bir çiçekten başka bir çiçeğe taşıyan böcekleri çekmek içindir. Çiçek tozunun taşınmasına gerek olmasaydı, güzel kokulu çiçek de bulunmazdı.

Ot, saz ve kamış gibi bazı bitkilerin kokusu ve çiçek balı yoktur. Bu, niçin böyledir? Çünkü bu bitkiler çiçek tozlarını dağıtmak için böceklere muhtaç değildirler. Onların tozlarını rüzgâr uzaklara kadar üfürür.

Bitkiler hakkında bilgi
Bitkiler hakkında bilgi

BESİNLER

BESİNLER 

Yağlar — Enerji sağlayan besinlerin başında gelir. En yüksek kalori veren yiyeceklerden biridir. Hayvan yağları (tereyağı, içyağı, kaymak gibi) ve bitki yağları (ayçiçeği, susam, zeytin, mısır, fındık, ceviz gibi) diye ikiye ayrılır. Yağlar, yanınca bileşimleri değiştiği için sindirim (hazım) bakımından güçlük doğurabilirler. Okumaya devam et BESİNLER

Balıkesir İli Hakkında Bilgi

Balıkesir İli Hakkında Bilgi

Marmara bölgesinde bir ilimizdir. Kuzeyinde Marmara denizi, doğusunda Bursa ve Kütahya, güneyinde Manisa ve İzmir, batısında Çanakkale ve Ege denizi vardır. Yüz ölçümü , 14.292 km², nüfusu 1.152.323 (2010 sayımına göre). İl merkezinin yüzölçümü 1.454 km2, nüfusu 662.199, belediye sınırları içindeki nüfusu 468.077’dir. İl toprakları düz bir ova biçimindedir. Zeytin ve zeytinyağı bakımından başta gelir.

Susurluk çayı ve Kocaçay, Gönen çayı ve çeşitli dereler il topraklarını sular. Doğuda Alaçam dağları, güneyde Madra dağları, batıda Kazdağı, orta kesimde Çataldağı yer alır. İç taraflarda kara, kıyılarda deniz iklimi görülür. Genellikle iklim ılık, yağış yeterli,   topraklar  çok  verimlidir.

Kasaplık hayvanlardan kara­man, dağlıç ve kıvırcık koyunları çok beslenir. Yününden yararlan­mak için de Merinos koyunu yetiş­tirilir. Balıkesir balıyla ünlüdür.

Linyit, borasit, simli kurşun, de­mir, bakır, mika madenleri işletil­mektedir. Dokuma, çimento, tuğla kiremit, un fabrikaları, dericilik ve demir çelik atölyeleri vardır.

Balıkesir’in bulunduğu çevrede sıra­sıyla Frikyalılar, Lidyalılar, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar egemen olmuşlardır. Şehir XI. yüzyılda Bizanslılardan Selçuklulara geçmiş, Selçuklu devleti son bulunca, bu toprak­larda Karesi Beyliği kurulmuştu. Balıkesir, Orhan Bey zamanında Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Balıkesir’in merkez ilçesiyle birlikte 19 ilçesi vardır:

AYVALIK, Ege denizi kıyısında ve­rimli bir bölgede kurulmuş güzel bir şe­hirdir. Yüzölçümü 266 km2, nüfusu 2009 sayımlarına göre 62,460 kişidir. Ayvalık’ta zeytinyağı, sabun, gliserin ve reçine fabrikaları vardır. İç turizmin  önemli merkezlerinden biridir.

BALYA, ilin batısında, engebeli bir bölgedir. Yüzölçümü 1.234 km2, 27. 178 ‘dir. Başlıca gelir kaynağı hay­vancılıktır. 2 beldesi 43 köyü vardır.

BANDIRMA, Marmara kıyısında önemli bir limandır. Yüzölçümü 690 km2, nüfusu 120,753 ‘dür. İlçe toprakları çok verimlidir. Tütün, zeytin, tahıl yetişti­rilir; meyvecilik, hayvancılık yapılır. 2 bucağı 40 köyü vardır.

BİGADİÇ, ilin güney kesimindedir. Yüzölçümü 977 km2, nüfusu 2008 yılı resmi nüfus ise 35.353  dır. İlçe topraklarında pamuk, susam, tütün gibi endüstri bitkileri yetiştirilir. Dağlar meşe, karaçam, ardıç ormanla­rıyla kaplıdır. 1942’de bir deprem ilçede çok zarara sebep olmuştur İskeleköy Beldesi ve 69 köyü vardır.

 BURHANİYE, ilçe, Ege denizinden4 kmiçerde kurulmuştur. Yüzölçümü 623 km2, nüfusu 48.602 ‘dir. Ovası verimli, dağları ormanlarla kaplıdır. Başlıca gelir kaynağı zeytinlikleridir. Plajları ve içmeleriyle turistik bir bölgedir. 1 beldesi 25 köyü vardır.

DURSUNBEY, il topraklarının doğu kesimindedir. Yüzölçümü 1906 km2, nüfusu 44373’tür. İlçe toprakları genellikle dağlık ve ormanlıktır. Tarıma elverişli yerler pek azdır. 3 bucağı 103 köyü vardır.

EDREMİT, il topraklarının batısına düşer. Yüzölçümü 708 km2, nüfusu 116 343’tür. İlçe topraklarının Edremit körfezinin doğusunda kalan kesimi ovalık ve çevresi dağlıktır. Başlıca ürünü zeytindir. Her türlü tahıl, meyve, sebze yetiştirilir. 6 belediyesi  20 köyü vardır.

ERDEK, ilçe Marmara’nın güneyindeki Kapıdağ yarımadası ve onun çevresindeki adalar üzerine kurulmuştur. Yüzölçümü 260 km2, nüfusu 33 532’dir. Başlıca ürünü zeytindir. Bağcılık ve balıkçılık da yapılır. Erdek, denizinin ve plajlarının güzelliğiyle ün yapmış bir iç turizm merkezimizdir. 3 belediyesi, 20 köyü vardır.

GÖMEÇ:  Gömeç Balıkesir ilinin bir ilçesidir. Burhaniye ilçesi ile Ayvalık ilçesi arasında bulunmaktadır. Zeytinyağı ile ünlüdür. Yüz ölçümü 223 km2, nüfusu 11 807’dir. Atatürk’ün silüetini andıran bir tepe ve asırlık çınarları ile meşhurdur. Ayrıca koyun sütünden yapılan ve jöle kıvamındaki yoğurdu oldukça özel bir tada sahiptir.

GÖNEN, il topraklarının kuzeyine düşer. Yüzölçümü 1 118 km2, nüfusu 73 172’dir. Toprak verimli ve sulaktır. Kaplıcaları ünlüdür. 2 belediyesi 89 köyü vardır.

HAVRAN, ilin batı kesiminde, Havran çayının suladığı verimli ova üzerinde kurulmuştur. Yüzölçümü 559 km2, nüfusu 27 918’dir. Zeytincilik, bağcılık, meyvecilik yapılır. 2 Belediyesi 25 köyü vardır.

İVRİNDİ, il topraklarının batısına düşer. Yüzölçümü 764 km2, 37 439’dur. Tahıl ekilir, hayvancılık yapılır. Dericilik ve dokumacılık yaygındır. 5 belediyesi 63 köyü vardır.

KEPSUT, ilin doğusuna düşer. Yüzölçümü 852 km2, nüfusu 25 574’dür. Tahıl, susam, haşhaş, pamuk ekilir. 1 belediyesi 63 köyü vardır.

MANYAS, ilin kuzeyine düşer. Yüzölçümü 319 km2, nüfusu 22 814’tür. Buğday, mısır, baklagiller yetiştirilir; hayvancılık yapılır. 3 belediyesi 44 köyü vardır.

Marmara İlçesi: Marmara, Güney Marmara Adaları Balıkesir ili sınırları içerisindedir ve bu adaların en büyüğü olan Marmara, Balıkesir ilinin bir ilçesidir. Marmara Adası’nı ve çevresindeki küçük adaları kapsar. Mermer kelimesinin orijini buradan gelir. Mermeri ile ünlüdür. Paşalimanı adası ise Marmara’ya değil Erdek’e bağlıdır. Yüzölçümü 110 km2, nüfusu 8236’dır Avşa, Marmara Denizi’nde, İstanbul’a gemiyle 5, deniz otobüsüyle 3 saat, Erdek’e ise gemiyle 1 saat 45 dakika uzaklıktadır. Balıkesir’in Marmara ilçesine bağlı bir yerleşim yeridir. Avşa adasının diğer adı “Türkeli” adasıdır. 3 belediyesi 6 köyü vardır.

SAVAŞTEPE, il topraklarının doğusuna düşer. Yüzölçümü 320 km2, nüfusu 19 896’dır. Küçük tarla tarımı, bahçecilik ve hayvancılık yapılır. 2 belediyesi 44 köyü vardır.

SINDIRGI, ilin güneyindedir. Yüzölçümü 1733 km2, nüfusu 39588’dir. Tahıl ve tütün yetiştirilir. 4 belediyesi 64 köyü vardır.

SUSURLUK, ilin kuzeydoğusundadır. Yüzölçümü 836 km2, nüfusu 43 107’dir. Susurluk ırmağıyla sulanan topraklarında tahıl, şekerpancarı, pamuk, tütün ve susam yetiştirilir. Borasit madeni işletilir. Bir de şeker fabrikası vardır. 3 belediyesi 44 köyü vardır.

Manyas Kuş Gölü
Manyas Kuş Gölü

 

Bilimsel Yöntem Ve Bilimin Tarihi

Bilimsel Yöntem

Bilim her şeyin başında gözlemle başlar. Bilgin ortaya bazı sorular koymuştur. Gözlem bunlara bir cevap bulmak amacını güder. Bu arada başka bilginlerin aynı konuda yapmış olduğu çalışmaları inceler; onların deneylerinden yararlanmaya çalışır. Onların yarım bıraktıklarını, yetersiz kalmış olanlarını kendi yapar. Gözlemler bazen kontrol etmesi güç olan olayları izlemek şeklinde olur; yağmur, kar gibi hava olaylarını ya da kuşların göç etmesini izlemek gibi. Bazen da gözlemlerini bütünüyle kendinin yarattığı ve her şeyini kontrol edebildiği koşullarda yürütür. Bunlara deney diyoruz. Deneyler daha çok laboratuarda yapılır. Okumaya devam et Bilimsel Yöntem Ve Bilimin Tarihi

BİLİM HAKKINDA BİLGİ

BİLİM

Çevremizde olup bitenleri, değişik varlıkları anlamak ve tanımak için belli bir düzen içinde ve metotlu bir şekilde toplanan bilgilerin bütünü. Yeryüzünde hiçbir şey rastlantı sonucu olmaz. Meselâ, yağmur yağması, şimşek çakması, taşın düşmesi, kuşun uçması rastgele şeyler değildir. Bunlar sık sık belirir. Okumaya devam et BİLİM HAKKINDA BİLGİ

BALIK HAKKINDA BİLGİ

BALIK

Tatlı ve tuzlu sularda yaşayan, solungaçla nefes alan, yumurta ile üreyen omurgalı hayvanlara balık diyoruz. Balıkların büyük özelliği suda erimiş halde bulunan oksijenle solunumlarını sağlamalarıdır. Sudaki oksijeni alabilmek için, suyu ağızlarından alıp solungaçlarından verirler; bu arada sudaki oksijen kana karışır.

Balıkların üremesi yumurtlama yoluyla olur. Balina ve yunuslar balık görünüşünde oldukları halde balık değil memeli, sıcak kanlı hayvanlardır. Halbuki balıklar soğuk kanlıdır. Sürekli olarak suda yaşadıkları için, balıkların vücudu genellikle ince uzun, suda kolayca kaymayı sağlayacak biçimde olur.

Balıkların su içindeki dengesini ve hareketlerini vücutlarının çeşitli yerlerinde bulunan yüzgeçler sağlar. Her balıkta genellikle 7 yüz geç vardır. Göğüs ve karın yüzgeçleri sağlı sollu olmak üzere ikişer tanedir. Sırtta ve kuyruk altında birer yüzgeç bulunur; kuyruk da aslında bir yüzgeçtir. Balıklar vücutlarının iki tarafında, kuyrukla baş arasında bulunan kas demetleri yardımıyla kuyruk kısımlarını sağa sola kıvırarak hareket eder. Başlarını vücutlarından ayrı hareket ettiremezler. Yüzgeçler hem balığın hareketine yardım eder, hem de yüzmesini sağlar.

Deri çoğunlukla pullarla kaplıdır, bunlar evlerin çatısına döşediğimiz kiremitler gibi üst üste binmiştir. Bazı balıklarda da yalnızca korunmaya yarayan çıkıntılar bulunur. Balığın suyun içinde dolaşmasıyla ilgili başka bir özelliği de derinliğini kolayca ayarlamaya yarayan bir hava boşluğu olmasıdır; buna yüzme kesesi denir. Balık, bu kesenin içindeki havayı çoğaltıp, azaltarak suyun dibine doğru iner ya da yukarı çıkar. Kesede hava fazla olursa balık yükselir, az olunca da batar.

Balıkların ilginç yönlerinden biri kalplerinde hep kirli kan olmasıdır; bunun sebebi kalbin yalnızca pompalama işine yaraması, kanın temizlendikten sonra kalbe dönmemesidir. Kan, damarlara solungaçlardan   yayılır. Solungaçlar bir takım yarıklar halindedir. İçlerini damarlar doldurmuştur; Balığın ağzını açıp kapaması sırasında gelen su solungaçları doldurur, burada suyun içindeki oksijen damarlar tarafından emilir, damarlardaki pis maddeler suya verilir. Kan böylece temizlenmiştir. Su yarıklardan çıkarak dışarı atılır.

Balıklarda duyular az gelişmiştir. Çok uzakları göremezler, ancak bazı sesleri duyabilirler. Kendilerini içinde bulundukları ortamda koruyabilecek tek duyuları dokunmadır; bazı yerlerindeki sinir uçları sudaki hareketleri çok iyi sezer.

BALIK ÇEŞİTLERİ

Balıkları 2 ana bölümde toplayabiliriz: Kemikli balıklar, kıkırdaklı balıklar:

Kemikli balıklar — İskeletleri kemiktendir. Derilerini örten pullar sert değildir. Balıkların çoğu bu gruba girer. Bunları kendi aralarında 5’e ayırabiliriz. 1 — Yüzme kesesi yemek borusuna bağlı olanlar (sazan balığı, alabalık gibi) 2 — Yüzme kesesi kapalı olanlar (morina balığı gibi). 3 — Yüzgeçleri dikenli olanlar (uskumru gibi). 4 — Solungaçları püsküllü olanlar (denizatı gibi). 5 — Üst çenesi kafa-tasma kenetli olanlar.

Kıkırdaklı balıklar — İskeletleri kıkırdaktandır. Bunları kemiklilerden ayıran özellikler şunlardır: Ağzın kafanın altında olması; kemiklilerde birbirine eşit olan kuyruktaki alt üst yüzgeçlerin bunlarda değişik uzunlukta olması. Köpekbalıkları, vatos balığı, torpil balığı bu sınıftandır. Ayrıca mersin balığı da kıkırdaklılarla kemikliler arasında özellikler gösterir; çünkü iskelet kıkırdağımsı kemikten yapılmıştır; hattâ bazı türlerinde iskelet kıkırdaktandır.

BALIK AVI ARAÇLARI

Büyük ölçüde balık avı ancak ağ kullanılarak yapılır. Balığın cinsine, suyun derinliğine göre çeşitli ağlar kullanılır.Gırgır ağı, balığın bol olduğu bölgelerde kullanılır. Ağın altına kurşun parçaları, üstüne de mantarlar bağlanmıştır. Böylece su içinde düşey durması sağlanır. Balıklar girince ağ torba gibi büzülerek gemiye çekilir.

Iğrıp ağı, gırgır ağına benzer. Ortasında bir torba vardır. Derindeki ya da deniz dibindeki balıkları avlamaya elverişlidir.

Yeldirme ağı (solungaç ağı), sık örülmüş bir ağ çeşididir. Ağa çarpan küçük balıkların solungacı ağın iplerine  takılır,  böylece yakalanırlar.

Serpme, sığ sularda ya da tatlısu balıkçılığında kullanılır. Çevresinde kurşun ağırlıklar bulunan çadır biçiminde bir ağdır.

Balık
Balık

BAYRAK HAKKINDA BİLGİ

BAYRAK

Bir devletin ya da milletin ayırt edici sembolüne bayrak denir. Bandıra, fors, flama, sancak da bir çeşit bayraktır. Bandıra, İtalyanca «bandeira» sözünden gelir. Yabancı gemilerin çektiği bayrak için kullanılır. Fors, bir çeşit işaret bayrağıdır. Millî bayrağın renk ve karakteri esas alınarak, cumhurbaşkanı ile amiral ve generaller için, derecelerine göre özel işaretler konarak yapılır. Cumhurbaşkanlığı forsunun sol üst köşesinde ışın saçan bir güneşin çevresinde sıralanmış 16 yıldız vardır. Bunlar tarih boyunca kurulmuş Türk devletlerini temsil eder. Flama, üçgen şeklinde ve genellikle işaret için kullanılan küçük bayraktır. Gemilerde uzaktan işaretleşmek için kullanılan küçük bayraklara da flama denir. Flamalar bazen dikdörtgen ve kare biçiminde de olur. Sancak, askerî birliklerin, özellikle alayların başında taşınan işlemeli, kenarları sırma püsküllü bir bayraktır.

Bayrak ya da bayrak yerini tutan şeyler, tarihin başlangıcından beri bütün milletlerce kullanılmıştır. İlk bayraklar alem şeklinde oluyordu. Alem madenden veya başka maddeden yapılır ve bugünkü bayrağa hiç benzemeyen bir semboldür. Eskiden ordumuzda kullanılan tuğ, şimdi de gönder (bayrağın asıldığı direk) tepesinde bazen rastlanan, minarelerin, cami kubbelerinin üstündeki hilâller birer alemdir. Asurluların alemi koşan boğa üzerinde yayını germiş bir askerdi. Sümerliler alem olarak aslan ve çeşitli efsanevî hayvanları kullanırlardı. Eski Yunanlıların alemi bir zırh parçasıydı.

Türk Bayrağı
Türk Bayrağı

BASIM HAKKINDA BİLGİ

BASIM

Yazı ve resimlerin izlerini alet ya da makine yardımıyla kâğıt, kumaş, deri ve benzeri maddeler üzerine çıkarma ve çoğaltma işi. Bu buluşu XV. yüzyılda Johann Gutenberg adında bir Alman ilk defa deneyip geliştirdi.

Basım işi basımevi adı verilen yerlerde yapılır. Basımevlerinde kitap, dergi, gazete ve çeşitli baskı işlerini yapabilmek için baskı makineleri, yazıları dizmek için el ile yan yana sıralanabilen harfler, ya da büyük daktilo makinelerine benzeyen dizgi makineleri, resimleri çekip basabilmek için fotoğraf makinesi gibi klişe makineleri vardır.

Basım sanatının çeşitli kolları vardır. Baskı işi, dizgi işi, tertip işi, klişe   işi   birbirinden   ayrılır. ‘Bunların hepsi ayrı uzmanlığı gerektirir. Ama ortaya çıkarılan iş bakımından bu kollar birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

BASIMIN TARİHİ

Basım işini ilk deneyen ulus Çinlilerdi. Kâğıdı da onlar buldukları usullerle çoğaltmayı düşünmüşlerdi. Çinliler araştırma sonunda, basılacak yazıları tahta kalıplar üzerine oymayı denediler. Sonra da oyma kalıpların üzerine boya sürerek izini kâğıda çıkardılar. Bu ilkel baskı tekniği Ortaçağ’da Avrupa’da da denendi. Ama oyma güçlüğü, kalıpların yer tutması ve bozulması yüzünden pek yayılıp gelişemedi.

İLK BASKI MAKİNESİ

Basımı kolaylaştıran önemli buluşu Mainzli bir Alman olan Johann Gutenberg (1397-1468) yaptı. Gutenberg, ortak olduğu kuyumcu Johann Fust ile, önce tahtadan, sonra da kurşundan tek tek harfler döktü. Bu harfler, bugünkü daktilo makinelerindekiler gibi kabarıktı. Gutenberg, bu harfleri yan yana getirip İncil’i sayfa sayfa dizdi ve sonra da üzerlerine boya sürerek geliştirdiği baskı makinesinde izlerini kâğıda çıkardı. Gutenberg’in baskı makinesi çok ilkeldi. Dizili sayfalar makineye yerleştiriliyor, üzerlerine kâğıt konuyor, sonra bu kalıpların üzerinden ağır bir merdane geçirilerek izleri kâğıda çıkarılıyordu. Gutenberg 1448 yılında önce İncil’i, sonra da birçok tarih kitaplarını bastı. Gutenberg’in buluşu, insanlık tarihinin devrimlerinden biridir.

Okuma yazma kolaylaşınca insanlar bilgi sahibi oldular. O tarihe gelinceye kadar kitaplar el yazısıyla çoğaltıldığı için, hem sayıları az olur, hem de pahalı olduklarından ancak zenginler bunları okuyabilirdi. Gutenberg’in buluşu ile bilim kolayca yayıldı. İnsanların gözü açıldı. Kitap ve dergilerin basılabilmesi sonunda bilim adamları herkese seslenebildiler; görüş ve buluşlarını ortaya koydular. Kitap olmasaydı, insanların ne halde kalacaklarını düşünmek bile güçtür. Basımın, insanları ne derece bilgi sahibi yaptığını anlamak için şunu düşünmek yeter: Bugünün 8-10 yaşındaki çocuğu, Orta Çağ’ın yaşını başını almış insanlarından çok daha bilgilidir. Bunu da yapan kitaptır.

Gutenberg’in yaptığı ilk baskıdan bu yana baskı sanatı alanında büyük gelişmeler oldu.

Bugün uygulanan baskı işleri başlıca üç şekilde yapılır:

TİPOGRAFİ

Kabarık harf ve şekilleri basma tekniğidir. Gutenberg’in buluşunun gelişimi olan bu baskı usulü çok yaygındır. Bu sistemde basılacak kalıplar, kabarık oldukları için sürülen boya (mürekkep) ile örnekleri kâğıt, deri ya da istenilen şeylerin üzerine çıkar. Tipo basım sistemi en kolay basım şeklidir.

TİFDRUK

Tiponun tersine çukur baskı sistemidir. Yeni bir baskı şekli olan tifdrukta yazı ve resimlerin filmi çekilir. Bakır olan baskı kalıbı kimyasal  usullerle hazırlanır. Renkli baskı işlerinde tifdruk çok iyi sonuç verir.

LİTO – OFSET

«Litografi» taş baskısı anlamına gelir. Bugün kullanılmayan taş baskının yerini ona benzeyen ofset almıştır. Lito baskıda kâğıt doğrudan doğruya taş kalıba yapışır. Oysa ofset baskıda silindir üzerine takılan çinkodan kalıp, kauçuk kaplı başka bir silindire baskı yapar, oradan da kâğıda basılır. Ofset baskıda yazı ve resimlerin filmi çekilir ve çinko kalıplara geçirilir. Tipografiye göre daha masraflı bir baskı şeklidir.

DÜZ BASKI MAKİNELERİ VE ROTATİFLER 

Yukarıda bahsettiğimiz üç ana teknik, düz baskı ya da rotatif vasıtasıyla gerçekleştirilir. Düz baskıda, baskı, tabaka halindeki kâğıtlar üzerine yapılır. Rotatiflerde ise tabaka kâğıt yerine bobin halinde kâğıt kullanılır. Rotatiflerin baskı kalıpları düz baskı makinelerindeki gibi, ileri-geri giderek değil dönerek çalışır. Bobinden çekilen kâğıt, büyük bir hızla dönen kalıpların arasından geçtikten sonra otomatik olarak istenen boyda kesilir. Bu sistemle bir saatte 20-30 000 baskı yapılabilir.

DİZGİ

Basılacak şeylerin dizgisi mekanik ya da elektronik olarak yapılır. Mekanik dizgide yazıları tek tek satırlar halinde döken linotip (ya da entertip) ile harf harf döken monotip makineleri kullanılır. 1950’lerden sonra gelişen elektronik sistemde IBM makinelerinden ya da tamamen elektronik olarak eczalı kâğıda dizgi yapan makinelerden yararlanmaya başlanmıştır. Bu makinelerde yazı doğrudan doğruya film üzerine yazılır. Bu filim fotoğraf filmi gibi kalıba geçer, ofset ya da tifdruk makinelerinde baskıya aktarılır. Bu usul baskıda büyük çabukluk sağlar.

İlk Baskı Makinesi
İlk Baskı Makinesi

BALON HAKKINDA BİLGİ

BALON

Gaz geçirmeyen sık dokunmuş bir kumaştan ya da hafif bir madenden, yapılan ve havadan hafif bir gazla doldurularak uçması sağlanan bir torbadır. Balon XVII. yüzyılda, insanlara ilk defa uçma heyecanını tattırmış, ama uçağın yapılmasıyla balon önemini kaybetmiştir. Bugün yalnız bilim alanında ve hava gözlemlerinde kullanılır. Çocuklar İçin de küçük oyuncak balonlar yapılır.

Bir balonun uçması için, balon torbası, içindeki gaz ve taşıdığı yükün toplam ağırlığı, aynı hacmi dolduran havanın ağırlığından az olmalıdır. Balonlar, havadan hafif olan hidrojen ya da helyum gazıyla doldurulur. Hidrojen çok çabuk tutuşan bir gaz olduğu için tehlikelidir. Yanıcı olmayan helyum ise az bulunan, pahalı bir gazdır.

Balonlar, eskiden sık dokunmuş, kauçuklanmış ipekli kumaşlardan yapılırdı. Bugün, balon yapımında plastik kullanılmaktadır. Balonlar kabaca küre biçiminde olur. Gaz, altındaki hortum gibi bir delikten doldurulur. Üstünde de istenildiği zaman gazın kaçmasını sağlayan bir supap vardır. Bu supap sepete kadar uzanan bir iple kontrol edilebilir. Bir ağ, balonun çevresini sarar. Ağın uçlarına bir sepet bağlanmıştır. Yüksekliği ayarlamak için de sepetin kenarına kum torbaları asılır.

Balon, önce gazla doldurularak şişirilir. Yerden yükselmeye başlayınca balonu yere bağlayan  ipler çözülür.

Balon yerden yükseldikçe, çevresindeki havanın özgül ağırlığı azaldığından kaldırma gücü de azalır, balon bir yükseklikte kalır. Daha yükselmek  istenilirse sepetteki kum torbaları atılarak balonun ağırlığı azaltılır, yükseklik arttırılabilir. Balon yükseldikçe çevresindeki havanın basıncı azaldığından içindeki gaz genişler. Bu genişleme balonu patlatacak kadar çok olabilir. Böyle durumlarda, yukarıdaki supap açılarak bir miktar gazın kaçması sağlanır. Balonun yere inmesi için de bu supaptan yararlanılır. Gazın bir kısmı dışarıya atılır. Hacmi küçülen balon aynı ağırlıkta, o yükseklikte kalamayacağı için alçalmaya başlar. Alçaldıkça iniş hızı artar. Balonun yere çarpmaması için baloncu biraz daha kum torbası atar ve ucunda demir çapa bulunan bir halatı yere doğru uzatır. Çapa yere değince balon biraz daha hafiflemiş olur ve yere çarpması önlenir. Bu balonlar istenilen yere götürülemez. Rüzgârlarla ve hava akımlarıyla sürüklenir. Taşıt olarak kullanılamaz.

Bunlardan sonra istenilen doğrultuya yöneltilebilen güdümlü balonlar yapılmıştır. Bu tür balonlarda motorla döndürülen bir pervane vardı. Arkadaki dümen istenilen yöne dönmelerini sağlıyordu. İlk yapan Ferdinand von Zeppelin adlı bir Alman olduğu için bu balonlara zeplin ya da hava gemisi denir. Zeplinlerin iskeleti alüminyumdandı. İskeletin içinde silindir biçiminde gaz torbaları bulunuyordu. Gövdenin altında da yolcular ve pilot için kamaralar vardı. Zeplinlerin uzunluğu 150-180 mkadar oluyordu. Ama, sık sık tutuşup yanarak kazalara sebep olmaları, büyük taşıt ve yolcu uçaklarının yapılması, zeplinlerin önemini azalttı. Günümüzde bu tür hava gemileri hiç kullanılmıyor.

İLK BALONLAR

İlk balonu 1783’te, babalan kağıt fabrikatörü olan Montgolfier kardeşler havalandırdı. Bu iki Fransız, kâğıttan yapılmış küre biçimindeki balonu sıcak havayla doldurdular. Balon 300 mkadar yükseldi ve 10 dakika havada kaldı. Bu, o zamanki insanlara bir mucize gibi göründü. 3 ay sonra Montgolfier kardeşler, Kral XVI. Louis’nin huzurunda yapılan bir denemede, sepetinde bir horoz, bir ördek, bir de koyun bulunan bir balon daha uçurdular. Uçuş başarıyla sonuçlandı. 1783 yılı ekiminde Jean Pi-lâtre Rozier bir balona binerek24 myükseklikte 4 dakika kaldı. Bu denemede balon yere bağlı bulunuyordu. İkinci denemede Rozier ile Marquis d’Arlandes yere bağlı olmayan bir balonla uçtular.150 myüksekliğe çıktılar ve 25 dakika kaldılar.

Bu arada J. A. C. Charles adında bir Fransız bilgini hidrojenle doldurulan bir balon havalandırdı. Yolcusu olmayan bu balon1 000 myükseldikten sonra Paris yakınlarında bir köye indi. Köylüler bunu sihirli bir şey sanıp parçaladılar. 1785’te Manş denizi balonla geçildi. 1794’te balonlar savaşta kullanılmaya başlandı. O yıl Fransız ihtilâlcileri balondan yararlandılar. A. B. Devletlerindeki iç savaşta da balon kullanıldı. 1870 Fransa-Prusya savaşı sırasında bütün devletler ordularına balonlu birlikler katmışlardı. Bunlar düşmanın yerini  tesbit etmek  için kullanılanbağlı balonlardı. II. Dünya Savaşı sırasında da bağlı balonlar kullanıldı. Bunlar alçaktan uçan uçakları önlemek için, korunacak yerlerin çevresinde uçuruluyordu. İnce ve sağlam bir çelik kabloyla yere bağlıydılar. Zor görüldükleri için uçaklar bunlara çarpıyordu.

DENEME BALONLARI

İnsan taşımayan deneme balonları çok yükseklere çıkabildikleri için atmosfer araştırmalarında kullanılmışlardır.1898’de bir Fransız bilgini balonla uçurduğu ölçü aletleriyle, 8-10 kmyükseldikten sonra hava sıcaklığının değişmediğini ispat etti. Bilgin bu bölgeye stratosfer adını verdi. 1901’de bir Alman bilgini balonla11000 myüksekliğe, 1927’de de bir Amerikalı13 000 myüksekliğe çıktılar, İsviçreli profesör Piccard, basınç ayarlı alüminyum küreyle 1931’de 15 000, 1932’de de16 000 m’ye çıktı. 1935’te Amerikalı iki subay, helyum gazıyla şişirilmiş bir balona bağlı2,70 mçapında bir kürenin içinde22 000 myükseldiler. 1978’de üç Amerikalı balonla Atlas Okyanusu’nu geçip Avrupa’ya geldiler.

İnsan taşıyan deneme balonları ağır bir yükü kaldırmak zorunda oldukları için çok büyük yapılıyordu. Oksijenin az, hava basıncının da düşük olduğu yüksekliklerde balondaki insanların yaşamasını sağlamak için özel araçların da beraber taşınması gerekiyordu.

HAVA GÖZLEM BALONLARI

Hava tahminleri için sonda balonları kullanılır. Bu balonlara bağlanan aletler nemi,  sıcaklık derecesini,  rüzgârın hızını, hava basıncını ölçer. Balona bağlı küçük bir radyo vericisi bunları yere bildirir.

Meteoroloji balonu çok yükselirse içindeki gaz genişleyerek balonu patlatır. O zaman ölçü aletlerinin bağlı olduğu paraşüt kendiliğinden açılarak aletleri yere indirir.

Balon
Balon