Felsefe Nedir, Felsefe Tarihi

Felsefe kelimesinin aslı Yunancadan gelir. Sevgi anlamına gelen «filos» ile bilgelik anlamına gelen «sofia» kelimelerinin birleşmesinden doğmuştur. Doğayla, insanlıkla, evrenle ilgili, bütün bilgileri akıl yoluyla birleştirip aralarında bağıntılar kurarak, önceki bilgilerden daha genel bir düşünce ortaya koymak felsefedir. Felsefe incelemeleri yapana felsefeci ya da filozof denir. Filozof bilgileri birleştirirken her birine kendine göre ayrı değerler verir. Bu yüzden felsefe bilgisi öznel (sübjektif) dir.

Felsefe bilime dayanır. Örneğin fizik bilimi olmadan doğa (tabiat) felsefesi, psikoloji bilimi olmadan ruh felsefesi yapılamaz. Bilim olmasaydı felsefe yalnız hayalî bir görüş olarak kalırdı. Felsefe yalnız bilimin deneylerle vardığı sonuçlar üzerinde düşünmekle kalmaz, daha da ileri giderek deneylerin ulaşamadığı alanlarda da araştırmalar yaparak insanlık düşüncesinde bir yol açar. Bilim de bu yoldan yürüyüp deneyler yaparak bilimsel gerçeklere varır.

İnsanlar doğa ve insanın nereden gelip nereye gittiği konusu üzerinde gerçeği aramak için sürekli olarak düşünmüşlerdir. Felsefe bu sebeple doğmuştur. Filozofların çalışmalarında içinde yaşadıkları toplumun ve çağın bü-yük önemi vardır. Bu yüzden felsefe düşünceleri topluma, sosyal ve ekonomik koşullara göre değişir.

Felsefî düşünceler önceleri din ve mitoloji çerçevesinde başlamışlardır. Onunla karışıktılar. Felsefe ilk olarak Yunanlı bilgin Thales’le (Tales; M.Ö. VII. – VI. yüzyıl) bağımsız olma yoluna gitti. M.Ö. V. yüzyılda yaşayan Sokrates’le akla dayanan felsefe (rasyonalizm) başlamıştır. Sokrates ve onun getirdiği felsefî görüşe göre zihin için gerçeğe ulaşmak, gerçek bilgisini elde etmek mümkündür.   Bu  görüş dogmatizm (inakçılık) diye adlandırılır. Daha sonra Sokrates’in öğrencisi Platon (M.Ö. 429-348 ya da 347) akıcı felsefeyi sürdürdü.

Yunanistan’ın büyük filozoflarından Aristoteles (M.Ö. 384-322) tarafından felsefeye yöntemli çalışmalar girdi. Aristoteles’e göre gerçek, deneylerin dışına çıkarak akıl yoluyla elde edilebilir. Akıl, yalnız olan şeyleri değil, olması gereken halleri de tanıyabilir. Bu tür felsefî düşünce rasyonalizme özgüdür.

Dogmatizme karşı olan görüş şüpheciliktir. Bu düşünüş şekline göre hiç bir şey hakkında kesin bilgi sahibi olmak mümkün değildir. Zihin her zaman şüphede kalmaya mahkûmdur. Pyrrhon (Piron: M. Ö. IV. – III. yüzyıllar) şüpheciliğin kurucusu oldu. Şüpheciliğe göre ne akıl ne de duyular gerçeği öğretmezler. Çünkü duyular insanı yanıltabilir. Akıl ise insandan insana değişir. Bu yüzden gerçek bilinemez.

Ortaçağ’da Aristoteles ve Saint Thomas (Sen Torna: 1225-1274) gibi mantıkçı filozofların felsefeleri benimsendi. Aristoteles’in felsefesine skolastik felsefe denir. Bu felsefede eskiden kesin formüllerle anlatılan görüşlere kapanılmış, gözleme hiç değer verilmemiş, olaylarla doğrudan doğruya ilgiden kaçınılmıştır. Bu görüşte insan düşüncesinin evrim geçirdiği hiç göz önüne alınmamış, yalnızca eski filozofların koyduğu fikirler olduğu gibi kabul edilmiştir. Böylece Ortaçağ boyunca yeni bir düşünce şekli ortaya çıkmamış, bu da insanlığın yerinde saymasına yol açmıştır. Skolastik felsefecilerin başında Saint Anselme (Sentanselm: 1033-1109) gelir.

Ortaçağ’da Hristiyan ve İslam dünyalarında da felsefî düşünceler dinin esaslarını izlemiştir.

XVI. yüzyılda Avrupa’daki Rönesans hareketleriyle özgürlük fikirlere, dolayısıyla araştırma alanlarına da girdi. Felsefede deneysel araştırmalar başladı. XVII. yüzyılda felsefî görüşlerden ampirizm gelişti. Bu görüşün en önemli temsilcisi John Locke (Lok: 1632-1704)’ dur. Locke’a göre insanda doğuştan gelen hiç bir bilgi yoktur. Zihin boş bir levha gibidir. Bütün bilgiler sonradan deneyle elde edilir.

XVIII. yüzyılda Emmanuel Kant (Kant:  1724-1804)  aklın yapısını, işleyişini, neleri tanıyabileceğini araştırdı. Kant’a göre bilginin oluşmasında doğuştan gelen akıl ile sonradan kazanılan deneyin rolleri büyüktür. Bu görüşe kritisizm denir.

XIX» yüzyılda edebiyat ve güzel sanatlarda başlayan romantizm felsefeye de girdi. Böylece romantik felsefe doğdu. J. J. Rousseau {1712- 1778), Johann Gottlieb Fichte (Fihte: 1762-1814), Schelling (Şeling: 1775-1854), Arthur Schopenhauer (1788-1860) bu tür felsefenin öncüleridir. Bu felsefede ruh ve doğa birleştiler. XIX. yüzyılın sonlarında filozoflar Avrupa’da kurulan sanayi, ekonomi meseleleri üzerinde düşünmeye başladılar.  Auguste Comte(Ogüst Kont: 1798-1857) toplumların evrim amacını aradı. Aklın gerçek olarak eşyayı tanımaya yetmeyeceğini, deney yoluyla zihnin çelişmelerden kurtulabileceğini savundu. Gerçeğe ancak deneyle varılabileceğini kabul eden bu felsefî görüşe pozitivist görüş denir. Auguste Comte sosyolojinin de kurucusu oldu. Yine aynı yüzyılda Herbert Spencer (Spenser: 1820-1903) evrimcilik felsefesini ortaya koydu. Henri Berg son (1859-1941) madde ve ruh dünyasının gelişmesini açıkladı. Bergson’un felsefesine sezgicilik felsefesi denir. XX. yüzyılın başlarında I. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da Max Scheler (Maks Şeler) ve Martin Heidegger (Haydeger: 1889-      ) gerçeği varoluşta açıklamaya çalışan varoluşçuluk (Existentialisme) felsefesini ortaya çıkardılar. Günümüzde de bu görüşü savunanların başına J. P. Sartre (1905- ) gelir.

Felsefe her zaman toplum hayatıyla, toplumun duyuş ve düşünceleriyle ilgili olarak evrim geçirmiştir. Böylece felsefe her zaman için hayatı açıklamaya çalışmıştır. Çeşitli ulusların karakterleri onların felsefî düşüncelerinde açıklanabilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir